27 Şubat 2010 Cumartesi

onbir'e kadar, sonra gidiyorum.


ama tanımayınca seni
ve sen sorunca ilgimi
hep yüksek ateşime verdim,
düşünceyle yükselen...
sebeplerimi.

iki yolun bir tarafına
bir ayna koymuşlar,
diğerini yansıtıyor,
hangisi görüntü
hangisi boyutlu
bilemedim.
düşünürken,
bana göstermeye çalıştığını
zamanın,
namıyla illüzyonun;
işte eğer varsa
sorduğun…zaman,
bu zamana geldi.

ve ağır günün…
sürekli cümleler kuruyorum,
hiçbirşey duymadan.
halimden memnunum.

-evet damla damla...
hala direk olarak
kana karısmıyorsun
olsun.
karışma bana.

-anlarsan tanıdıklardan olurum.
daha iri handikap olan,
birsürü şey bilirsen ve
yine de tanıdık olmazsam...
şukran duyarım

-aklındakini biraz geçince
aklına düşerse
arar mısın?
istanbul kocaman,
kocaman orası
diyip duruyorum.
hadi.

-vapura bin,
nevizadeye uğra,
ortaköyden bir geç şöyle..
git benim yerime de.
çok istanbulum geliyor bu ara.
buldum onu!


-bırakma yarım saate yetişirim!
-peki
-yettim. insene aşağı
-kahve teklifin bu aksam
saat kaça kadar geçerli?
-onbir'e kadar. sonra gidiyorum.

bak, yine de...


ve sen bakma böyle dediğine,
birkaç çizgin yabancı olsa
yine de
içime sormadan geçemez ki aklım
dinletemez sözü..
varsın
dinlemesin.
ve sen bakma öyle dediğime,
yoksun.

höt.


şaşı olmak da vardı da
zaten biri arada kayıyor diğerine, sorma.
bir de takılmıyoruz ya hani
eğerine, meğerine,
dosdoğru gel.
karşıdan gel.
ters gel.
yanımda durma, tek göremiyorum sizi
lütfen atıp
içinden sinirini,
yaklaşırken sen
o görüntünü ben
ancak toparlayıp kazıyorumdur
destek atıp yanlarına,
ikna ediyorumdur
bir görüntün olduğuna
kendimi.
ben biraz... şaşıyım da...

empati


doktor baksana!
kır şunun bacaklarını
görsün.
her bir
yokum ben deyişinden sonra,
dönemeyip,
bir kere de o
içinden ölsün.